21 Mayıs 2015 Perşembe

Hüzünlü ve gizemli bir yolculuk/ Adil Okay




Son yıllarda öykü’nün benden, benim de öyküden koptuğumu sanıyordum. Şiir ve roman okumak beni daha çok doyuma ulaştırmaya başlamıştı. Tabi plastik sanatlar ve sinema da sanattan aldığım gıdamı karşılamaya yetiyordu. Bir insan ömrüne kaç kitap sığdırabilir ki deyip seçici davranıyordum. Ancak arka arkaya okuduğum öykü kitapları bana yanıldığımı gösterdi. Şimdi elimde Ümran Düşünsel’in “Kırık Patika” adlı öykü kitabı var. Kitap elime geçtikten sonra “ilk öyküye göz atayım sonra sıraya koyarım” dedim. Dedim ama kitaptaki ilk öykü “Ölüağaç” fikrimi değiştirmeme yetti. Hemen -sıradaki diğer kitaplara haksızlık olsa da- okumaya başladım.

İkinci öykü “Ağlayan kayalar”ı bitirdikten sonra kimmiş bu yazar,nerede biriktirmiş, sözcükleri damıtmak için kaç on yıl çalışmış, bu kaçıncı kitabıdır, nasıl gözümden kaçmış diye düşünerek döndüm biyografisine baktım. Yazar biyografisinde bu sorularımı tam olarak yanıtlamamış. Demek okuyucuya bırakmış.

Ümran Düşünsel, “Kırık Patika” adlı öykü kitabında Durum öyküsünden, Karakter öyküsüne, Minimal öyküden Epizot ve Anlatı’ya, 3. Tekil şahıstan, 1. Tekil şahısa kadar her denemeyi yapmış. (Keşke minimal öykülerini ayrı bir dosyada toplasaydı.) Ve hepsini de -kendi üslubunu yaratarak- başarmış.Yeni birleşik kelimeler, kullanılmamış imgeler türeterek. Tabi imge türeteceğim diye ağdalı metin tuzağına düşmemiş. “İmge salatası”na dönüştürmemiş öykülerini. Muhtemelen, “anlam ve dil”, ikisi uyum içindeyse başarılı olunur diye düşünmüş. Biçim balyozu altında anlamı yitirmemiş. Anlam diyerek biçimi ihmal etmemiş.

Romanın tarihi kısadır. 200-250 yıl geriye gidebiliriz en fazla. Ama Öykü deyince binlerce yıldan söz ederiz. “Kabil ile Habil”i de ilk öykülerden sayabiliriz. Ninemizin mesellerini de. Çağdaş kısa öykü deyince Fransa’da Balzac, ABD’de Poe, Rusya’da Gogol veTurgenyev, İngiltere’de O Henry ilk aklıma gelenler. Modern kısa öykünün babası Poe’dur. Ama Çehov dünyayı etkilemiştir.Türkiye deyince ilk ustalardan Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali veSait Faik’i sayabiliriz. Ümran Düşünsel kimlerden beslenmiş diye düşündüm. Ama çözemedim. Saydığım bu yazarlar bir döneme damga vurmuş, Türkiye’de öykü bayrağını göndere asmış olsalar da Düşünsel’in üslubu farklı.

Edebiyatta–genellikle- “kış bitti, yaz geldi” demek yerine dolaylı, çağrışımlarla mevsimlerin değişimi anlatılmalıdır. Ya da“aşk” veya “yoksulluk” dolaylı betimlenmişse o yazar“olmuştur” denilir. Yine çağdaş öykü’de mecbur kalınmadıkça sadece “çiçek” veya “kuş” denmez. Onları ön ekle betimlemeniz gerekir. Ayrıca Afrika’da yaşayan bir kuş- çiçek türünü Asya’da yaşatamazsınız. Üzüm veya pamuk toplayıcılarını kış mevsiminde çalışırken betimlerseniz bütün öykü çöker. Tarih filmlerinde kahramanın kolunda saat veya arkada elektrik direklerinin görünmesi gibi komik olur yazdığınız. Tabi yazdığınız fantastik, komedi ya da bilim kurgu değilse. Düşünsel, bütün bunlara kafa yormuş. Titizlikle çalışmış. Örneğin okuyucuya “deniz”i çağrıştıracağını bildiğinden, balkonunun demirine tüneyen “Martı”dan sözedince arkasından eklemiş: “Denizuzak, çöp yok.”


Demem o ki yazar, “İlham geldi, yazdım bıraktım” dememiş. O “ilham”ın yazdırdığı taslak üzerinde laboratuar çalışması yapmış. “Yağmur” diye geçmemiş: “Üçikindivişneçiçeği yağmurları”demiş. “Güz’ü ürkütüp damağını kaldırtmış. ”Kardelenler dememiş, ön sıfat eklemiş “Mavi kardelenler” diye betimlemiş karda açan çiçekleri. Yeşil yerine “petrol yeşili”, Kolye yerine “Mavi kuvars kolye”, kuş yerine, “Dengbej kuşlar”, “Mahzun serçe kuşları”, “Bir çift saksağan”, yine çiçek yerine, “Direnişteki kiraz çiçekleri”, “Papatya çiçeği”, “Sütleğen”,“Kekik demeti”, “İğde çiçekleri”…

Ümran Düşünsel’de zaman, takvim yapraklarıyla anlatılmıyor. Doğanın değişen yüzüyle betimleniyor. Öyle ya bu kullandığımız“zaman”, “takvim” kime göre, neye göre belirlenmiş. Doğanın zamanına ne kadar uymuş. Yazar bana bunları yeniden sorgulattı: Birkaç bölüm aktarayım ne demek istediğim anlaşılsın:

Mevsim hırsızlığını gelenekselleştirmiş bahar yazdan, yaz da güzden aşırmıştı bir miktar…”
Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu.”S. 38-39
Kışa koşan sonbaharın soluk almak için durduğu günlerden birisiydi…”s.42
Mandalinayı budamakta geç kalmıştı işte, yine tomurcuğa durmuştu” s.58
Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağnak,soluksuz…” s. 66
Ben ineyim, gün ağaracak neredeyse, bu saatte çare bile uykudadır”s.93

Betimlemeler müthiş değil mi? Şiirsel de diyebilirsiniz. Öyle ya artık sanat disiplinleri birbirini etkileyerek gelişiyor. Şiir denemeyle, öyküyle, fotoğrafla, fotoğraf sinemayla, sinema tiyatroyla ve bütün bunlar da plastik sanatlarla iç içe.

Düşünsel sadece dilde değil kurguda da başarılı: Birbirinin devamı sayılan Kırık,Yamalı, Bombalanmış Patika üçlemesi, Hapishane, Sürgün, intihar, doğa temaları o denli başarılı –doğal işlenmiş ki hayran olmamak elde değil. İyi de bu kadar başarılı öykülerin toplandığı “Kırık Patika” neden eleştirmenlerin dikkatini çekmemiş  diye sormadan geçemiyor insan. (Hakkında yazanları tenzih ediyorum) Ben bir eleştirmen değilim. Kendi halimde öykü yazarıyım ve kırk yıllık öykü okuyucusuyum. Dolayısıyla benden çok, yazar Şaban Akbaba’nın ifadesiyle: “Köküne kıran girmiş öykü eleştirmenleri”nin keşfetmesi gereken bir yazar Ümran Düşünsel.

Öykülerin hemen hepsinden aforizmalar, şiirsel metinler, başarılı metaforlar aktarmak – alıntılamak mümkün. Ama her okuyucu kendi feneriyle ruh haline yakın bölümü seçecektir okurken. O bölümleri daha çok sevecektir. Ben seçmekte zorlandım. Dehşet’i yalın biçimde betimlediği, “kader”i sorguladığı “Su aldı”öyküsünden bir bölüm paylaşıp gerisini okuyucuya bırakmak istiyorum:

Çukura Binbir Gece Masallarını, bez bebeğini, bir de çikolatanın yaldızını koydu. Geceliğinin küllerini nehre vermişti zaten. El yordamıyla çukuru kapattı. Tam o anda, işte o anda bulut uyanıp kaçtı apar topar. Ay yine düştü nehre. Kalktı Aygül. (…)Nehre girdi. Aya doğru yürüdü. Su hem serindi hem de derindi. Bıraktı kendini ayın koynuna. Su aldı götürdü.”

Sonuç olarak Kırık Patika’yı sadece öykü severlerin değil aynı zamanda öykü yazarlarının da okumasını tavsiye ediyorum. Ümran Düşünsel’i de kutluyorum. Beni dağlarda, kırlarda, kasabalarda, nehirlerde rüzgârların, kuşların, çiçek tozlarının kanatlarında, kâh hüzünlü, kâh gizemli bir yolculuğa çıkardığı için.

Adil OKAY- 21 Mayıs2015/ Cumhuriyet Kitap'da yayınlanmıştır.

Hüzünlü ve gizemli bir yolculuk/ Adil Okay


Son yıllarda öykü’nün benden, benim de öyküden koptuğumu sanıyordum. Şiir ve roman okumak beni daha çok doyuma ulaştırmaya başlamıştı. Tabi plastik sanatlar ve sinema da sanattan aldığım gıdamı karşılamaya yetiyordu. Bir insan ömrüne kaç kitap sığdırabilir ki deyip seçici davranıyordum. Ancak arka arkaya okuduğum öykü kitapları bana yanıldığımı gösterdi. Şimdi elimde Ümran Düşünsel’in “Kırık Patika” adlı öykü kitabı var. Kitap elime geçtikten sonra “ilk öyküye göz atayım sonra sıraya koyarım” dedim. Dedim ama kitaptaki ilk öykü “Ölüağaç” fikrimi değiştirmeme yetti. Hemen -sıradaki diğer kitaplara haksızlık olsa da- okumaya başladım.

İkinci öykü “Ağlayan kayalar”ı bitirdikten sonra kimmiş bu yazar,nerede biriktirmiş, sözcükleri damıtmak için kaç on yıl çalışmış, bu kaçıncı kitabıdır, nasıl gözümden kaçmış diye düşünerek döndüm biyografisine baktım. Yazar biyografisinde bu sorularımı tam olarak yanıtlamamış. Demek okuyucuya bırakmış.

Ümran Düşünsel, “Kırık Patika” adlı öykü kitabında Durum öyküsünden, Karakter öyküsüne, Minimal öyküden Epizot ve Anlatı’ya, 3. Tekil şahıstan, 1. Tekil şahısa kadar her denemeyi yapmış. (Keşke minimal öykülerini ayrı bir dosyada toplasaydı.) Ve hepsini de -kendi üslubunu yaratarak- başarmış.Yeni birleşik kelimeler, kullanılmamış imgeler türeterek. Tabi imge türeteceğim diye ağdalı metin tuzağına düşmemiş. “İmge salatası”na dönüştürmemiş öykülerini. Muhtemelen, “anlam ve dil”, ikisi uyum içindeyse başarılı olunur diye düşünmüş. Biçim balyozu altında anlamı yitirmemiş. Anlam diyerek biçimi ihmal etmemiş.

Romanın tarihi kısadır. 200-250 yıl geriye gidebiliriz en fazla. Ama Öykü deyince binlerce yıldan söz ederiz. “Kabil ile Habil”i de ilk öykülerden sayabiliriz. Ninemizin mesellerini de. Çağdaş kısa öykü deyince Fransa’da Balzac, ABD’de Poe, Rusya’da Gogol veTurgenyev, İngiltere’de O Henry ilk aklıma gelenler. Modern kısa öykünün babası Poe’dur. Ama Çehov dünyayı etkilemiştir.Türkiye deyince ilk ustalardan Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali veSait Faik’i sayabiliriz. Ümran Düşünsel kimlerden beslenmiş diye düşündüm. Ama çözemedim. Saydığım bu yazarlar bir döneme damga vurmuş, Türkiye’de öykü bayrağını göndere asmış olsalar da Düşünsel’in üslubu farklı.

Edebiyatta–genellikle- “kış bitti, yaz geldi” demek yerine dolaylı, çağrışımlarla mevsimlerin değişimi anlatılmalıdır. Ya da“aşk” veya “yoksulluk” dolaylı betimlenmişse o yazar“olmuştur” denilir. Yine çağdaş öykü’de mecbur kalınmadıkça sadece “çiçek” veya “kuş” denmez. Onları ön ekle betimlemeniz gerekir. Ayrıca Afrika’da yaşayan bir kuş- çiçek türünü Asya’da yaşatamazsınız. Üzüm veya pamuk toplayıcılarını kış mevsiminde çalışırken betimlerseniz bütün öykü çöker. Tarih filmlerinde kahramanın kolunda saat veya arkada elektrik direklerinin görünmesi gibi komik olur yazdığınız. Tabi yazdığınız fantastik, komedi ya da bilim kurgu değilse. Düşünsel, bütün bunlara kafa yormuş. Titizlikle çalışmış. Örneğin okuyucuya “deniz”i çağrıştıracağını bildiğinden, balkonunun demirine tüneyen “Martı”dan sözedince arkasından eklemiş: “Denizuzak, çöp yok.”


Demem o ki yazar, “İlham geldi, yazdım bıraktım” dememiş. O “ilham”ın yazdırdığı taslak üzerinde laboratuar çalışması yapmış. “Yağmur” diye geçmemiş: “Üçikindivişneçiçeği yağmurları”demiş. “Güz’ü ürkütüp damağını kaldırtmış. ”Kardelenler dememiş, ön sıfat eklemiş “Mavi kardelenler” diye betimlemiş karda açan çiçekleri. Yeşil yerine “petrol yeşili”, Kolye yerine “Mavi kuvars kolye”, kuş yerine, “Dengbej kuşlar”, “Mahzun serçe kuşları”, “Bir çift saksağan”, yine çiçek yerine, “Direnişteki kiraz çiçekleri”, “Papatya çiçeği”, “Sütleğen”,“Kekik demeti”, “İğde çiçekleri”…

Ümran Düşünsel’de zaman, takvim yapraklarıyla anlatılmıyor. Doğanın değişen yüzüyle betimleniyor. Öyle ya bu kullandığımız“zaman”, “takvim” kime göre, neye göre belirlenmiş. Doğanın zamanına ne kadar uymuş. Yazar bana bunları yeniden sorgulattı: Birkaç bölüm aktarayım ne demek istediğim anlaşılsın:

Mevsim hırsızlığını gelenekselleştirmiş bahar yazdan, yaz da güzden aşırmıştı bir miktar…”
Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu.”S. 38-39
Kışa koşan sonbaharın soluk almak için durduğu günlerden birisiydi…”s.42
Mandalinayı budamakta geç kalmıştı işte, yine tomurcuğa durmuştu” s.58
Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağnak,soluksuz…” s. 66
Ben ineyim, gün ağaracak neredeyse, bu saatte çare bile uykudadır”s.93

Betimlemeler müthiş değil mi? Şiirsel de diyebilirsiniz. Öyle ya artık sanat disiplinleri birbirini etkileyerek gelişiyor. Şiir denemeyle, öyküyle, fotoğrafla, fotoğraf sinemayla, sinema tiyatroyla ve bütün bunlar da plastik sanatlarla iç içe.

Düşünsel sadece dilde değil kurguda da başarılı: Birbirinin devamı sayılan Kırık,Yamalı, Bombalanmış Patika üçlemesi, Hapishane, Sürgün, intihar, doğa temaları o denli başarılı –doğal işlenmiş ki hayran olmamak elde değil. İyi de bu kadar başarılı öykülerin toplandığı “Kırık Patika” neden eleştirmenlerin dikkatini çekmemiş  diye sormadan geçemiyor insan. (Hakkında yazanları tenzih ediyorum) Ben bir eleştirmen değilim. Kendi halimde öykü yazarıyım ve kırk yıllık öykü okuyucusuyum. Dolayısıyla benden çok, yazar Şaban Akbaba’nın ifadesiyle: “Köküne kıran girmiş öykü eleştirmenleri”nin keşfetmesi gereken bir yazar Ümran Düşünsel.

Öykülerin hemen hepsinden aforizmalar, şiirsel metinler, başarılı metaforlar aktarmak – alıntılamak mümkün. Ama her okuyucu kendi feneriyle ruh haline yakın bölümü seçecektir okurken. O bölümleri daha çok sevecektir. Ben seçmekte zorlandım. Dehşet’i yalın biçimde betimlediği, “kader”i sorguladığı “Su aldı”öyküsünden bir bölüm paylaşıp gerisini okuyucuya bırakmak istiyorum:

Çukura Binbir Gece Masallarını, bez bebeğini, bir de çikolatanın yaldızını koydu. Geceliğinin küllerini nehre vermişti zaten. El yordamıyla çukuru kapattı. Tam o anda, işte o anda bulut uyanıp kaçtı apar topar. Ay yine düştü nehre. Kalktı Aygül. (…)Nehre girdi. Aya doğru yürüdü. Su hem serindi hem de derindi. Bıraktı kendini ayın koynuna. Su aldı götürdü.”

Sonuç olarak Kırık Patika’yı sadece öykü severlerin değil aynı zamanda öykü yazarlarının da okumasını tavsiye ediyorum. Ümran Düşünsel’i de kutluyorum. Beni dağlarda, kırlarda, kasabalarda, nehirlerde rüzgârların, kuşların, çiçek tozlarının kanatlarında, kâh hüzünlü, kâh gizemli bir yolculuğa çıkardığı için.

Adil OKAY - 21 Mayıs2015/ Cumhuriyet Kitap'da yayınlanmıştır.

13 Mayıs 2015 Çarşamba


Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf