Babek Yayın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Babek Yayın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2016 Cuma

“KUŞAN YILLARIN YAPRAKLARINI”* DÜŞ YOLA






Ufuk AYDIN


Edebiyatımızda öykü türünün öksüz kaldığı söylenebilir. Söz gelimi, roman üzerine yüzlerce inceleme kitabı yayınlanmışken öykü türü bundan mahrum bırakılmıştır. Öyle ki, sırf öykü temalı dergilerde dahi bu incelemelere rastlamak oldukça güç. Hal böyle olunca, öykü hakkında yazmak ciddi bir risk barındırıyor içinde. Ya yazılanın hakkı verilemeyip yerden yere vurularak incitiliyor, ya da aşırı yüceltilerek sağlıklı  olabilecek bir gelişimin önü kapatılıyor. Aşağıda yapmaya çalışacağım değerlendirmelerin de az önce söylediklerimden muaf olduğunu iddia etmek doğru olmaz elbette.
Ümran Düşünsel, yazmaya, TRT İstanbul Radyosu'na “Radyo Tiyatrosu” yazarak başlamış. 2008’de, “Kimse Yüreğinden Öptü Mü Seni?” isimli şiir kitabı  yayınlanmış. (Baskısı tükenmiş.) Son olarak, öykülerinin bir kısmını derlediği Kırık Patika ile çıktı karşımıza (Ümran Düşünsel, Kırık Patika, Babek Yayınları, İstanbul 2015, 144 sayfa). En uzunu 12, en kısası -Şiir tadında- bir sayfayı aşmayan toplam 32 öykü var kitapta.
İki kez okudum kitabı. İlki ne yazmış diye, ikincisi ise nasıl yazmış diye.
İlk dikkatimi çeken dili oldu. Düşünsel’in kendine has bir dili olduğu tartışılmaz ve o dil, bu coğrafyanın diliyle örtüşüyor. Ancak karakterlerine de kendi dilini dayatmamış.
Modern zaman insanının doğayla ilişkisi, varlığının tartışılmasından ibaret bir hal aldı. Ayağımızın altındaki toprağın, başımızın üzerindeki göğün hissedilmediği bir dönemde ırmakları, kuşları, dağlar arasından uzanan patikaları aklımızdan çıkartıp atalı uzun zaman oldu. Kırık Patika’nın tam da böyle bir zamanda yazılması onu oldukça anlamlı ve değerli kılıyor. Yazılan 34 öykünün hepsine damgasını vuran, doğayı teselli veren bir dinginlik halinde sunması. Hemen her öyküde tabiatı hissetmek yaşadığımız keşmekeş içinde özümüze dokunma ihtiyacına kavuşturuyor bizi. Normalde fotoğrafın görüntüsüne ve yazının anlatısına alışkın olabiliriz ancak Kırık Patika’yı okurken her şey bir anda karmaşıklaşıyor ve biz yazının görüntüsüne, fotoğrafın anlatısına tanık oluyoruz. Zaman zaman fotoğraf netliğine ulaşan bir betimleme tutturuyor yazar, sonra da bulanıklığa, gölgelere baş vurarak flulaştırıyor anlatıyı. Tüm bunlarda Düşünsel’in fotoğrafçı kimliğinin de katkısı vardır kuşkusuz.
Doğa teması ağır basan dikkat çekici öykülerden birisi: “Yârimingözüdeğmiş.” Doğayı araçsallaştıran, ona dair olanı hiçleştiren insan evladının anlamlı olana geri dönüş çabasını simgeliyor bu öykü. Naz, adı kirletilmemiş hiçbir şey kalmadığı düşüncesinden yola çıkarak -Bir de sözlük oluşturup- doğayı yeniden adlandırmaya başlıyor. Güneşe, “yarimingözüdeğmiş,” toprağa “ana,” diyor örneğin. Boynu bükük tüm çiçeklerin adı: “Gülmenizyakın.” Onlara yeni isimler koyarken kirlenmenin insan kaynaklı olduğunun altını çiziyor kalınca. Zira rahatsız edici olan öz değil, artık özü ima dahi etmekten uzak olan isimlerdir.
Doğa betimlemelerinde aşırıya kaçmadan saf bir anlatım yolu izleyen Düşünsel, bana Japon şiir sanatı Haiku’yu hatırlattı. Haiku sanki olabildiğince öykülere uyarlanmış. Söz konusu şiirler için Tarkovski şu betimlemeyi yapar: “… Haiku’yu bu denli güzel kılan sonsuzluğa karışmadan önce yakalanabilen anın tekrarlanmazlığıdır.” Bu saf gözlemler aynı zamanda dilin damıtılması, süzülmesi ve arınmasına karşılık gelir. Haiku konusunda Kahyaoğlu ise, bu kısa şiir türünün içine kapanık, yabanıl insana bir muştu, bir ceza olarak kaldığını ifade eder. Kırık Patika’da doğadan kopan insana böyle bir ceza değil mi aslında?
Öykülerde politik olan biraz da geçmişin izi sürülerek anlatılmış. Toplum hafızasında kalıcı ize sahip olayları satır aralarında yakalamak mümkün. 2013 yılı Şerzan Kurt öykü ödülünü Türkçe dalında almaya hak kazanan “Ağaç Kurtları”nı buna örnek verebiliriz. İdam cezası infaz edilen  bir devrimcinin ardından alt üst olan hayatlar bulanık bir gerçeklikle verilmiş. Arkadaşı Yusuf’un idamından sonra, onun celladını bulup cezalandırmak Nezir’de saplantı haline gelir. Onu öldürüp intikam alacaktır. Tek gayesi budur yaşamında. Nezir’in yaşadığı psikolojik gerilim, cellat yerine vitrin mankenini astığı güne kadar sürer. O günün gecesinde asılan arkadaşını görür rüyasında. Yusuf, bembeyaz kâğıda sarılı kırmızı gülleri uzatmaktadır sevdiği kadına. Beyaz kâğıt “barış”ı, kırmızı güller onun kana bulanmasını mı simgelemektedir bilinmez ama bu son, zihnimizde tüm gidişlerin simgesi haline gelir. Zamansız giden tüm o güzel adamlar, zamansız giden güzel kadınlara güller uzatacaktır bundan böyle.
Fotoğrafta olduğu gibi öykü ve romanda da “bulanıklık, bir alçak gönüllülük ve insancılık okuludur,” der Samih Rıfat. Fotoğraf da, öykü ve roman da bu yolla dünyanın görmek istediğimizden her zaman daha az açık seçik olduğunu anımsatır bize. Milan Kundera bunu, “belirsizliğin bilgeliği,” olarak kodlamıştır. Bu noktada Düşünsel’in bulanıklıktan yararlandığı, belirsizliğin bilgeliğini öykülerine başarıyla yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten politik olanın yüksek sesle, bağırılarak aktarılması, onu, hayata dışarıdan dayatılan sanal bir gerçekliğe indirgeme tehlikesini içinde barındırır. Kaldı ki yaşadığımız topraklarda direnişin, politik olanın, ve yaşamın en sıradan hallerinin nasıl da bir bütün olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Okuduğumuz öykülerde bu bütünlüğün olabildiğince başarılı yansıtıldığı çok örnek mevcut.
“O Saat Artık Çalmayacak” öyküsünde olduğu gibi doğa betimlemelerinin ve politik alanın biraz geri çekildiği, yerini gündelik yaşama bıraktığı öyküler de mevcut kitapta. Sıradan olanın estetik erdemlerini hatırlıyoruz bu satırlarda. Güçlü bir gözlem ve sağlam bir kurguyla -sürpriz sonu unutmayalım- bu öyküler kitaba güç katmış.
Sonlara doğru “İpek Böceği Kozaları” ile başlayan ama aralarına zekice, soluk aldırma amaçlı yerleştirilmiş kısa öyküler olan altı öykü hem birbirinden bağımsız ve hem de bütün olarak okunabilir. Ayrıca hacimleri ve içerikleriyle kitaba ağırlık kazandırıyor. 1798’de Kırım’dan sürülen aileden kalan tek şeyle, altı adet ipek kozasıyla başlayan bu seri Toroslar’daki köy evinde Aşık Virâni şiiriyle noktalanıyor. Babadan kalma, yıllar önce terk edilmiş değirmeni yeniden faal hale getirmeye çalışan Şahin, bu çabasıyla geçmişin üzerindeki sisi dağıtıp ve kendisini ziyarete gelen arkadaşları Baran ile Sinan arasında gizli kalmış hesaplaşmayı da açığa çıkartıyor.
Belki öykülerin kitaptaki sıralaması farklı olabilirdi diye geçti aklımdan. Benimki kişisel bir tercih elbette.
Sonuç olarak Kırık Patika’yı okumak yolda olmak gibi bir duygu. Öyle hafifletici, öyle heyecan verici ve öyle sıcak. Üstelik bizi uzağa değil, aksine en yakına taşıyacak bir yol bu; kendimize!
______________
*Paul Celan

21 Mayıs 2015 Perşembe

Hüzünlü ve gizemli bir yolculuk/ Adil Okay




Son yıllarda öykü’nün benden, benim de öyküden koptuğumu sanıyordum. Şiir ve roman okumak beni daha çok doyuma ulaştırmaya başlamıştı. Tabi plastik sanatlar ve sinema da sanattan aldığım gıdamı karşılamaya yetiyordu. Bir insan ömrüne kaç kitap sığdırabilir ki deyip seçici davranıyordum. Ancak arka arkaya okuduğum öykü kitapları bana yanıldığımı gösterdi. Şimdi elimde Ümran Düşünsel’in “Kırık Patika” adlı öykü kitabı var. Kitap elime geçtikten sonra “ilk öyküye göz atayım sonra sıraya koyarım” dedim. Dedim ama kitaptaki ilk öykü “Ölüağaç” fikrimi değiştirmeme yetti. Hemen -sıradaki diğer kitaplara haksızlık olsa da- okumaya başladım.

İkinci öykü “Ağlayan kayalar”ı bitirdikten sonra kimmiş bu yazar,nerede biriktirmiş, sözcükleri damıtmak için kaç on yıl çalışmış, bu kaçıncı kitabıdır, nasıl gözümden kaçmış diye düşünerek döndüm biyografisine baktım. Yazar biyografisinde bu sorularımı tam olarak yanıtlamamış. Demek okuyucuya bırakmış.

Ümran Düşünsel, “Kırık Patika” adlı öykü kitabında Durum öyküsünden, Karakter öyküsüne, Minimal öyküden Epizot ve Anlatı’ya, 3. Tekil şahıstan, 1. Tekil şahısa kadar her denemeyi yapmış. (Keşke minimal öykülerini ayrı bir dosyada toplasaydı.) Ve hepsini de -kendi üslubunu yaratarak- başarmış.Yeni birleşik kelimeler, kullanılmamış imgeler türeterek. Tabi imge türeteceğim diye ağdalı metin tuzağına düşmemiş. “İmge salatası”na dönüştürmemiş öykülerini. Muhtemelen, “anlam ve dil”, ikisi uyum içindeyse başarılı olunur diye düşünmüş. Biçim balyozu altında anlamı yitirmemiş. Anlam diyerek biçimi ihmal etmemiş.

Romanın tarihi kısadır. 200-250 yıl geriye gidebiliriz en fazla. Ama Öykü deyince binlerce yıldan söz ederiz. “Kabil ile Habil”i de ilk öykülerden sayabiliriz. Ninemizin mesellerini de. Çağdaş kısa öykü deyince Fransa’da Balzac, ABD’de Poe, Rusya’da Gogol veTurgenyev, İngiltere’de O Henry ilk aklıma gelenler. Modern kısa öykünün babası Poe’dur. Ama Çehov dünyayı etkilemiştir.Türkiye deyince ilk ustalardan Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali veSait Faik’i sayabiliriz. Ümran Düşünsel kimlerden beslenmiş diye düşündüm. Ama çözemedim. Saydığım bu yazarlar bir döneme damga vurmuş, Türkiye’de öykü bayrağını göndere asmış olsalar da Düşünsel’in üslubu farklı.

Edebiyatta–genellikle- “kış bitti, yaz geldi” demek yerine dolaylı, çağrışımlarla mevsimlerin değişimi anlatılmalıdır. Ya da“aşk” veya “yoksulluk” dolaylı betimlenmişse o yazar“olmuştur” denilir. Yine çağdaş öykü’de mecbur kalınmadıkça sadece “çiçek” veya “kuş” denmez. Onları ön ekle betimlemeniz gerekir. Ayrıca Afrika’da yaşayan bir kuş- çiçek türünü Asya’da yaşatamazsınız. Üzüm veya pamuk toplayıcılarını kış mevsiminde çalışırken betimlerseniz bütün öykü çöker. Tarih filmlerinde kahramanın kolunda saat veya arkada elektrik direklerinin görünmesi gibi komik olur yazdığınız. Tabi yazdığınız fantastik, komedi ya da bilim kurgu değilse. Düşünsel, bütün bunlara kafa yormuş. Titizlikle çalışmış. Örneğin okuyucuya “deniz”i çağrıştıracağını bildiğinden, balkonunun demirine tüneyen “Martı”dan sözedince arkasından eklemiş: “Denizuzak, çöp yok.”


Demem o ki yazar, “İlham geldi, yazdım bıraktım” dememiş. O “ilham”ın yazdırdığı taslak üzerinde laboratuar çalışması yapmış. “Yağmur” diye geçmemiş: “Üçikindivişneçiçeği yağmurları”demiş. “Güz’ü ürkütüp damağını kaldırtmış. ”Kardelenler dememiş, ön sıfat eklemiş “Mavi kardelenler” diye betimlemiş karda açan çiçekleri. Yeşil yerine “petrol yeşili”, Kolye yerine “Mavi kuvars kolye”, kuş yerine, “Dengbej kuşlar”, “Mahzun serçe kuşları”, “Bir çift saksağan”, yine çiçek yerine, “Direnişteki kiraz çiçekleri”, “Papatya çiçeği”, “Sütleğen”,“Kekik demeti”, “İğde çiçekleri”…

Ümran Düşünsel’de zaman, takvim yapraklarıyla anlatılmıyor. Doğanın değişen yüzüyle betimleniyor. Öyle ya bu kullandığımız“zaman”, “takvim” kime göre, neye göre belirlenmiş. Doğanın zamanına ne kadar uymuş. Yazar bana bunları yeniden sorgulattı: Birkaç bölüm aktarayım ne demek istediğim anlaşılsın:

Mevsim hırsızlığını gelenekselleştirmiş bahar yazdan, yaz da güzden aşırmıştı bir miktar…”
Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu.”S. 38-39
Kışa koşan sonbaharın soluk almak için durduğu günlerden birisiydi…”s.42
Mandalinayı budamakta geç kalmıştı işte, yine tomurcuğa durmuştu” s.58
Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağnak,soluksuz…” s. 66
Ben ineyim, gün ağaracak neredeyse, bu saatte çare bile uykudadır”s.93

Betimlemeler müthiş değil mi? Şiirsel de diyebilirsiniz. Öyle ya artık sanat disiplinleri birbirini etkileyerek gelişiyor. Şiir denemeyle, öyküyle, fotoğrafla, fotoğraf sinemayla, sinema tiyatroyla ve bütün bunlar da plastik sanatlarla iç içe.

Düşünsel sadece dilde değil kurguda da başarılı: Birbirinin devamı sayılan Kırık,Yamalı, Bombalanmış Patika üçlemesi, Hapishane, Sürgün, intihar, doğa temaları o denli başarılı –doğal işlenmiş ki hayran olmamak elde değil. İyi de bu kadar başarılı öykülerin toplandığı “Kırık Patika” neden eleştirmenlerin dikkatini çekmemiş  diye sormadan geçemiyor insan. (Hakkında yazanları tenzih ediyorum) Ben bir eleştirmen değilim. Kendi halimde öykü yazarıyım ve kırk yıllık öykü okuyucusuyum. Dolayısıyla benden çok, yazar Şaban Akbaba’nın ifadesiyle: “Köküne kıran girmiş öykü eleştirmenleri”nin keşfetmesi gereken bir yazar Ümran Düşünsel.

Öykülerin hemen hepsinden aforizmalar, şiirsel metinler, başarılı metaforlar aktarmak – alıntılamak mümkün. Ama her okuyucu kendi feneriyle ruh haline yakın bölümü seçecektir okurken. O bölümleri daha çok sevecektir. Ben seçmekte zorlandım. Dehşet’i yalın biçimde betimlediği, “kader”i sorguladığı “Su aldı”öyküsünden bir bölüm paylaşıp gerisini okuyucuya bırakmak istiyorum:

Çukura Binbir Gece Masallarını, bez bebeğini, bir de çikolatanın yaldızını koydu. Geceliğinin küllerini nehre vermişti zaten. El yordamıyla çukuru kapattı. Tam o anda, işte o anda bulut uyanıp kaçtı apar topar. Ay yine düştü nehre. Kalktı Aygül. (…)Nehre girdi. Aya doğru yürüdü. Su hem serindi hem de derindi. Bıraktı kendini ayın koynuna. Su aldı götürdü.”

Sonuç olarak Kırık Patika’yı sadece öykü severlerin değil aynı zamanda öykü yazarlarının da okumasını tavsiye ediyorum. Ümran Düşünsel’i de kutluyorum. Beni dağlarda, kırlarda, kasabalarda, nehirlerde rüzgârların, kuşların, çiçek tozlarının kanatlarında, kâh hüzünlü, kâh gizemli bir yolculuğa çıkardığı için.

Adil OKAY- 21 Mayıs2015/ Cumhuriyet Kitap'da yayınlanmıştır.

13 Mayıs 2015 Çarşamba


Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf

24 Nisan 2015 Cuma

Kırık patikaya ekilmek üzere

Kırık Patika'ya ekilmek üzere İzmir/ Şakran Kadın Cezaevi'nden sevgili Gönül Bulut'un yolladığı çiçekler.

Yüreğine sağlık...

20 Nisan 2015 Pazartesi

Uzakların Cevizi/ Gezite.org

Önce Mahir’i çıkardı kafesten. Öptü uzun uzun kenesetinden 1, okşadı ve açık pencereden özgürlüğe salıverdi. Gözden kaybolana kadar izledi ardından. Sonra da İbo’yu aldı usulca. Zamansız tüy dökümüne girmişti nedense, üşüyebileceği geçti aklından ama alnını defalarca öptükten sonra onu da bıraktı. İbo, Mahir’ in aksine karşı binanın çatısına kondu önce. Minicik kafasını sağa sola çevirdi. Sanki hangi yöne gideceğine karar verememiş gibiydi. Bir süre sonra, ne sağa ne sola, Mahir gibi gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladı. Onu da gözden kaybolana kadar izledi.

Hazırdı.

18 Nisan 2015 Cumartesi

Anne Yoğurdu

Uzun uğraşlar sonucu öğlen aldım kitabı ve "Bi soluk" okudum.Kendini bi soluk bi koşu okutturacak bir kitap olduğunu hissetmiştim zati...

Şatafatlı sözler yazmayı sevmiyorum, daha çok okuduğum ve etkilendiğim kitapları not alıyorum. Unutmak istemiyorum. 

 Edebiyatı yoğurda benzetirim. Eskiden kendim yapardım yoğurdumu. Uzun zaman oldu yapamıyorum artık. Memleketten gelen bir yoğurttan mayaladım ilk ve sonra o yoğurtan diğerini. Marketlerdeki markalı yoğurtlar gibidir bazı kitaplar. Üzerlerinde son kullanma tarihleri, kaşığı çaldığında su dolar kabının içi. Süzme, yağlı, az yağlı, yağsız farketmiyor... Bazı yoğurtlarda annemin yoğurdu gibidir. Tanıdıktır tadı. Kaymaklı.
 

Kürtçede "yırtıldı" deriz. Eğer belli sıcaklıkta kıvamında mayalanmadıysa... Bu hikaye kitabı annemin yoğurdu gibi beni "bir koşu eskilere götürdü." Şimdi keyif kahvesi içiyorum turuncu kupada:-)

Nûdem Hezex

16 Nisan 2015 Perşembe

Nûdem Hezex

 Bİ BEZEKÊ ÇÛME ROJÊN BERÊ Û HATİM
ŞÎVERA ŞKESTÎ


 "Hê li hevîya zayîna payizê nemayî miribû  wê salê havîn. Dara gûzê beravêt ji xemgînîya xwe. Payîza dizê havînê jî şaşwaz bû. Hişê wî tevûlev bû. Rez xera kirin bêdem û bê'êman"

(12)

Devamı için: Nûdem Hezex

( Güzün doğumunu beklemeden öldüydü o yıl yaz. Dut ağacı düşük yaptı üzüntüden. Yaz hırsızı güz de şaşkındı. Kafasıkarışıktı. Bağları bozuverdi amansız, zamansız.)


Cumhuriyet Kitap Eki

Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki

15 Nisan 2015 Çarşamba

(Okurun Sitemi)

Kırık Patika’ya dair…
Hocam kitabınızı bitirdim.
Genel anlamda hep bir hüzün hakimdi belki de bu nedenle kendimle daha fazla içselleştirdim.
Açıkçası öyküler bitince üzüldüm! Sonra neye üzüldüğümü düşündüm…
Tamam ortak bir hüzün var; ama esas neden bu değildi olamazdı. Gerçek şuydu:
Birey olarak toplum olarak anlatılmışlığın bitmesiydi, şuan için bitmesiydi.
Ama şunu da biliyorum ki yazarımız üretmeye devam ediyor BİZİ anlatmaya devam ediyor.
Bu da bir moral kaynağı oldu.
Her öykünün tadı bambaşka öyle ki ben yazar olamam dediğim noktaya beni çektiniz.
Yani o çıtayı ben tutturamam dedim. Ama yılmadan yazacağım…
Belki bir gün o seviyeye gelirim.
Benim için gerçek okur beş duyusuyla okuyandır. Ümran Düşünsel'i bu anlamda okumak ayrı bir keyif verdiğini de söylemeliyim. Bize öykülediği resmi o resmin içindekileri hissettiriyor kokusunu aldırıyor. Hele bir de ruhumuzun derinine indiriyor ki insanın bazen utanası sıkılası geliyor. Bazen de tebessüm ettiriyor; ama bunda da yine hüzün var.

Okur sizi geç tanıdığı için affetmiyor. (OKURUN SİTEMİ) :)
Elinize yüreğinize sağlık hocam.

Mehmet Uçar

10 Nisan 2015 Cuma

Kar ve Kül

“Oy kara kafalı Uso’m, kıvırcık kafalı Uso’m. Küle gül ektim, kara saka. Külü kara döktüm, gülleri sakaların üstüne. Gelincik şurubu şişeleri diziliydi camın önünde gül açtığında, gül dalında saka öttüğünde. Hani, şurup şişelerinde limon tuzunun gelinciği soyup suya giydirdiği mevsim. Kar vaktinden çok kül vakti oldu ömrümüzün. İyi ki de oldu. İlk çığın altında kalmak varken her külden yeniden doğduk.”


1 Nisan 2015 Çarşamba

İncitilen patikalar

Erken uyanmak da insanın kültürünü artırıyor.

Ümran Düşünsel'in ilk öykü kitabı. Şiirsel bir anlatımla insan acıları, çocukluk günleri, incitilen patikalar ve çırılçıplak doğa halleri...

Ömer Turan

30 Mart 2015 Pazartesi

Bolu F Tipi'nden sürpriz...

Mektup Ramazan Vural'dan.

Ramazan Vural, Şerzan Kurt hikâye yarışmasında, 2013 yılında Kürtçe dalında birinci gelen arkadaş. Türkçe dalında da ben birinci gelmiş ve kendisini kutlamak için adresini araştırırken Bolu F Tipinde tutsak olduğunu öğrenmiştim.

Ödül törenine katılamayacak olması hasebiyle iki dil arasındaki eşitlik ödül töreninde de bozulmasın diye ödül törenine katılmadım. 

O zamandan bu yana mektuplaşırız Ramazan Kardeş'le. 13 yaşında dağa çıktığını, 17 yaşında tutsak edildiğini ve 20 yıldır da cezaevinde olduğunu öğrendim.

Kuş besliyor cezaevinde Ramazan. Muhabbet kuşu. Ona sevdiklerine söyleyemediği kelimeleri öğretiyor. En fazla iki yıl tutuyor yanında ve sevdiklerine armağan ediyor kuşu. Kuş onun yüreği, dili oluyor vardığı yerde.

Yeşil Yılan'a konuşmayı öğretiyordu bir ara. Onunla ilgili kısa bir hikâye yazdım Kırık Patika'ya.

Kitap yayınlanır yayınlanmaz Ramazan Kardeşe yolladım. Bir kısmını yukarıda alıntıladığım uzunca bir mektup yazmış. 

Zazakî öğrenmeye çalıştığımı da yazmıştım mektuplardan birinde. Bu bağlamda hoş bir sürpriz yaptılar bana. Çoğul yazıyorum çünkü sürprizin öznesi çoğul. Hücre arkadaşı Hîkmet Çalagan' da Kırık Patika'yı okumuş ve yeni yayınlanan(Zazaca) hikâye kitabını imzalayarak yollamış bana.

Onur duydum...



Ne güzel ki, insan üretiyor koşul ve sınır tanımaksızın... Tuhaf bir canlı işte.

Sağolsunlar, varolsunlar...


25 Mart 2015 Çarşamba

Uzatsam elimi bahara değer mi?




Göğün ağlaması güldürür, kayaların ağlaması ağlatır...

"Kar düşeli epey olmuştur dağlarıma. Yağacak, yağacak, dağların başı bulutları delip göğe uzanacak. Deli suların, gün yüzü görsün diye kayalık dağlarda açtığı gözlere dolacak. Kaşı kirpiği tel tel donacak. Bahar gelende, düzde biten ilk sosinin, ilk dıdirmenin hatırına gevşeyecek ancak. Sosin, sosin'i getirecek aklına.

Bertal'ı, Usên'i, Hozan'ı, Helin'i, Delila'yı getirecek, kirpiklerinden süzülmeye başlayacak yaşlar. Damla damla , oluk oluk. He işte böyle ağlar kayalar." s.20

Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu. Sırasını bekleyen kar öbekleri durdurdu Agit'i. Karı delip güneşte meşk eden mavi kardelenler en sevdiği çiçeklerdi.
Dörde katlanmış kâğıdıyla kalemini çıkardı cebinden. Kâğıdı açıp büktüğü dizine dayalı, yazdı:
İnsanın insanla kavgası değil, insanın doğayla kavgası hiç değil: Kardelenin aşkını kıskanan gökyüzünün güneşle kavgasıdır ki kardelenin üzerine mavi tülünü sarıp sarmalaması bundandır. s.38-39


Kıl keçisi ayva yaprağından pembeyi, kekik yaprağından griyi, papatya çiçeğinden sarıyı, sütleğenden kül rengini, ceviz kabuğundan kahverengiyi, çivit yapraklarından maviyi, fındık yapraklarından kırmızıyı, nar kabuğundan koyu kahverengiyi aldı sırtındaki kilime gizledi.s.41

Kırık Patika / Ümran Düşünsel

"Uzatsam elimi bahara değer mi?"diye soruyordum kendime, Ümran Hoca'nın bu kitabı "yüreğimin iklimi hep bahar" diye tutuverdi ellerimden.Kitap dün geldi,bugün bitti. Bu durumda kitabın nasıl olduğunu varın siz düşünün. Kendisine burdan selam verip, teşekkür etmek istedim. 

Sevgiyle, esenlikle...

Sultan Şahin

24 Mart 2015 Salı

.

Tabiatı, tutkuyu, aşkı sihire ve şiire dönüştürüp öyle öyküleyen hikayeler...

Haldun Çağlayan

Kırık Patika'da gezinirken...


Kırık Patika’nın tamamını bir kez okudum. Notlar alarak okumama karşın geri dönüp tekrar okuduğum öykü sayısı da azımsanmayacak sayıda. Tekrar okumamın nedeni kesinlikle anlaşılmaz olmasından kaynaklı değil, bunu hemen belirtmeliyim. Gereksiz cümle hatta kelime kalabalığı olmadığı için ayrıntı kaçırmama telaşı diyebilirim.
Önce, ilk öykü kitabın olduğunu bilmesem “daha önce yazdıklarını nerde saklıyorsun?” diye sorabilirdim. Bunun nedeni, genellikle ilk öykü kitaplarında öyküler açıktır, daha yalındır. Kaleme hakimiyet arttıkça tercihlerden biri olan “kapalı öykü” tarzına geçiş yapabilir yazan. Sen kafadan kapalı öykü tarzında başlamışsın. Çok risklidir bu tarz, senin de malumun olacağı gibi. Ortası yoktur. Ya sever okur ya da yorulur, bezer fırlatır atar. Hakkıyla üstesinden geldiğini rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Risk konusunu açmışken kısa öykülerinden de kısaca söz etmek istiyorum. Kısa öykü, aynı zamanda uzun öyküdür de, bilirsin. Bana göre her birinde yoğun duygu derinliği var. İyi ki denemişsin diyeceğim. “Telek” e bayıldım bu arada not olarak belirteyim.

Bir kitabı beğenir insan, bende de olmuştur çoğu kez, beğenir ama ifade edecek kelime bulamaz ve “dili şiirsel”der. Kırık Patika bu ifadeyi hakkediyor. Belki de şiirin yabancısı olmadığından kaynaklanıyor.

Bir yerlerde “Ölü Ağaç”taki kedi Picasso’nun isim seçiminin bilinçli mi olduğunu sormuştum sana. Anında açıklaman geldi. (Üç renkli alaca kedilerin Picasso olarak adlandırıldığını ve dişi olduklarını, bilerek tercih ettiğini söylemiştin.) Bu ufak ayrıntılar dahi yazarın nasıl titiz yazdığının kanıtıdır. Okur olarak çok önemserim bu tür ayrıntıları.

“Pasın patlattığı, boyası kabarmış demir kapıyı kapatırken duvarın hemen dibindeki ayakkabılara ilişti gözü. Sağ teki yana devrilmişti. Düzeltti.”

Ölü evinin kapısına bırakılan ölenin ayakkabısına bile duyulan saygı. Daha tonla örnek verilebilir bu naif ayrıntılarla ilgili. Yine aynı öyküde, Ayhan’ın elleriyle aynı ocağa diktiği kırmızı sarmaşık gülüyle hanımeli var. Diğer kentleri bilmiyorum ama İstanbul’da bu gelenek vardı. Biri dişi diğeri erkek olarak nitelendirilen bu iki bitki evde yaşayanların birbirlerine sevgiyle bağlı olması, sevgilerinin bitkilerin ömrü kadar uzun olması dileği taşıyan bir ritüeldi. Bu ayrıntıyı unutmayıp öyküye taşımanı sevdim.

Nesne betimlemelerin bezdirmeyen türden, kısa, net ancak cümle tamamlandığında fotoğrafı negatiften anında pozitife dönüşüveriyor gözün önünde. Renge, şekle bürünüyor, canlanıyor.

“Ağaç Kurtları”nı daha önceden okumuştum. Ara başlıklar koymak yerinde olmuş.

“Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış, yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağanak, soluksuz, soluğu kesilene kadar yağmalıydı. Bilmediği sokaklara itmeliydi omuzlarından, düşmeliydi. Dizleri kanamalıydı. Kan, yağmur sularını ikiye bölmeliydi. Bir taraf şelâle olup göle dökülmeli, diğer taraf denize koşmalıydı nehir olup. Yırtılan eteklerinden utanmalıydı. Ağladığı anlaşılmasın diye göğe bakmalıydı. Gözyağmurlarında boğulmalıydı.”

Sağ bacağı yeni kopmuş bir martının dahi insanı, paragraftaki acısından çıkartabileceğini gözüme soktun. En sevdiklerimden birisi oldu bu öykü.

Seni bilen, tanıyan şu paragrafta senin telaşlı hallerini şıp diye görür.

“ilk evvel doyurmak geldi aklına kendine gelsin sonra yarasıyla ilgilenirdi nazlıcanın ilaçları olacaktı nereye koymuştu onları ne yerdi simit yerken görmüştü evde simit yoktu ki ekmek evet ekmek ıslatıp vermeliydi kapıyı aralasa içeri girer miydi bacağı yok nasıl uyuyacak önce kapıyı aralamalıydı ihsan kaptanın evvelsi gün getirdiği balık geldi aklına buzluktaydı eritmek gerekiyordu çıkarttı suyun altında buzunu çözdü aceleyle çekmeceden kağıt tabak çıkarttı acaba ayıklasa mıydı yok canım gerek yoktu ürkütmemeye çalışarak usulca balkona bıraktı.”

En fazla dikkatimi çeken ayrıntı şu oldu: Kente, köye, dağa, kasabaya sıkışmamış öykülerin. Hepsine yayılmış. Üstelik birinin yek diğerine hakkı da geçmemiş. Farklı tatlarda ama hepsi lezzetli.

Çiroz salatası yaptım geçen hafta sonu. Ben maydonoz kıyardım üstüne. Babaannenin tarifinden yola çıkarak dereotu kıydım bu defa. Bundan sonra dereotlu yapılacak salata...
Keyifle okuduğum ender kitaptan birisi oldu Kırık Patika. Lütfen arkası gelsin. Sakanın kenesetini bilen insanlar yazmalı.

“Lale’nin sesine yer sofrasının etrafından sekiz tane saka kuşu havalandı. En öndekinin başındaki simsiyah tüyler kıvırcıktı. Yedincisi yer sofrasını, sekizincisi de sofra bezini gagasına alıp, açık pencereden çıkıp uzak dağlara doğru kanat çırpmaya başladılar.”

Ve, “Avucundaki samanı pazen eteğinin cebinden çıkarttığı mendile sarıp geri koydu Gülsün Kadın.”

Bir okur olarak izlenimlerimin bir kısmıdır. Kabak tadı vermemek adına kısa kesiyorum ama yazarım yine, duramam.
Osman K.

12 Mart 2015 Perşembe

Kırık Patika'ya dair


Kitaba ad olmuş öyküden başlamak istedim okumaya. Yeni bir huy değil. Eskiden beri-nedense-böyle yaparım.
 
Afalladım.
 
Abartmıyorum gerçekten afalladım.
 
Kırık-Yamalı-Bombalanmış Patika üçlemesi, üstelik minimalize öykülerle koca bir coğrafyanın başından geçenin, yaşadıklarının şifresi mahiyetinde olmuş.
 
Onlar kırmış patikalarımızı biz yamamışız. Başa çıkamayıp bombalamışlar bu defa başka patikalar açmışız. Bir halkın nasıl tahakküm altına alınamadığını/ alınamayacağını ne de güzel anlatmış yazar. Dahası tahakküm altına almaya çalışanla ne de güzel cigarasını tüttürerek bi güzel dalgasını geçmiş 
 
“Patikaya Güzelleme” yaparak.
 
“Martıyla birbirimize bakıp utanıyordum ki…”
 
Afallamamın geçmesini bekledim ve bir gün sonra baştan başladım Kırık Patika’yı okumaya: Ölü Ağaç’tan…
 
Ölü ağacın kendisi başlı başına bir imge iken pek çok imge doğurmuş öykünün içinde. Çocuk aklıyla düşünüp çocuk aklıyla yazmak bir yetişkin için zor zenaattır. İğreti durur, sırıtır çoğu zaman. Ölü Ağaç’ı okurken bir çocuğun yazdığından emin oldum. Belki de yazar çocukken yazıp heybesine atıp ilerde yayınlanmak üzere sakladı, kim bilebilir.
 
Yabana atılacak, es geçilecek tek öykü yok. Minimalize öyküler uzun öykülerin arasına okuyana soluk aldırmak maksadıyla özenle serpiştirilmiş.
 
“Çukur” da uzun süre oyalandım. Yazarın duygu yoğunluğu, duygu dünyası en fazla bu öyküde hissettirdi kendisini. İnsan bire bir yaşamamışsa bunu yazamazdı diye geçti aklımdan. 3. Tekil şahıs anlatırken öyküyü son cümlede 1. Tekil şahıs oluveriyor. Kesinlikle tesadüf değil bu.
“Kapıyı açtığımda, yağmur çukurun üstündeki tümseği düzlemek üzereydi.”
Anlatıcı kahraman artık izleyici olmaktan çıkmıştır. Olaya bizzat müdahildir. Yağmurun çukurun üstündeki tümseği düzlemiş olması da izlenen kahramanın geçmişi tamamen unutacağının sinyal sesi adeta. Bu son cümle beni çok çok etkiledi.
 
İlk bölümde kentsel dönüşüm, çocuk evliliği, sürgünler, mapushaneler, Loriclerin Lorini ile Rojava, yani hülasa yaşadığımız pek çok hal yaşayan dil ile, abartısız, göz hizamızdan ama ince ama naif ama imgesel olarak başarıyla anlatılmış.
 
Sıkmıyor. Sıkmayı bir kenara bıraktım, bitirmeden bırakma diye teşvik eden akıcı bir dille sona götürüyor. Sona gelindiğinde ise damakta tarifi zor lezzetli bir tad kalıyor. Bitmeseydi keşke diyor insan.
 
İkinci bölüm Değirmen’e varan uzun bir yolculuk. Tek başına özgün birer öykü de olan, birbirinin devamı da olan seri öyküler dizisi. Değirmen öncesi de hoş, yolculuk da hoş, her ne kadar sonu biraz buruk da olsa varış da hoş.
 
Bu seride ilk öyküdeki “El” imgesi oldukça yaratıcı. Dayak atan adamın “El” olarak imgelenmesi, konuşurken dahi sesinin elinden çıkması…
 
Kent öykülerini de keyifle okudum.
 
Her öykü için uzunca yazılabilir ama o zaman da okumanın lezzeti azalır diye kısa keseceğim.
 
Uzun süredir böyle soluksuz, keyifli, özgün öyküler okumamıştım.
 
Yazarın yeni kitabı çıkana kadar birkaç kez daha okuyacağımı düşünüyorum Kırık Patika’yı.

Eline, emeğine, aklına, yüreğine sağlık Ümran Düşünsel
 
Serdar İklim Fırat