30 Mart 2015 Pazartesi

Bolu F Tipi'nden sürpriz...

Mektup Ramazan Vural'dan.

Ramazan Vural, Şerzan Kurt hikâye yarışmasında, 2013 yılında Kürtçe dalında birinci gelen arkadaş. Türkçe dalında da ben birinci gelmiş ve kendisini kutlamak için adresini araştırırken Bolu F Tipinde tutsak olduğunu öğrenmiştim.

Ödül törenine katılamayacak olması hasebiyle iki dil arasındaki eşitlik ödül töreninde de bozulmasın diye ödül törenine katılmadım. 

O zamandan bu yana mektuplaşırız Ramazan Kardeş'le. 13 yaşında dağa çıktığını, 17 yaşında tutsak edildiğini ve 20 yıldır da cezaevinde olduğunu öğrendim.

Kuş besliyor cezaevinde Ramazan. Muhabbet kuşu. Ona sevdiklerine söyleyemediği kelimeleri öğretiyor. En fazla iki yıl tutuyor yanında ve sevdiklerine armağan ediyor kuşu. Kuş onun yüreği, dili oluyor vardığı yerde.

Yeşil Yılan'a konuşmayı öğretiyordu bir ara. Onunla ilgili kısa bir hikâye yazdım Kırık Patika'ya.

Kitap yayınlanır yayınlanmaz Ramazan Kardeşe yolladım. Bir kısmını yukarıda alıntıladığım uzunca bir mektup yazmış. 

Zazakî öğrenmeye çalıştığımı da yazmıştım mektuplardan birinde. Bu bağlamda hoş bir sürpriz yaptılar bana. Çoğul yazıyorum çünkü sürprizin öznesi çoğul. Hücre arkadaşı Hîkmet Çalagan' da Kırık Patika'yı okumuş ve yeni yayınlanan(Zazaca) hikâye kitabını imzalayarak yollamış bana.

Onur duydum...



Ne güzel ki, insan üretiyor koşul ve sınır tanımaksızın... Tuhaf bir canlı işte.

Sağolsunlar, varolsunlar...


25 Mart 2015 Çarşamba

Uzatsam elimi bahara değer mi?




Göğün ağlaması güldürür, kayaların ağlaması ağlatır...

"Kar düşeli epey olmuştur dağlarıma. Yağacak, yağacak, dağların başı bulutları delip göğe uzanacak. Deli suların, gün yüzü görsün diye kayalık dağlarda açtığı gözlere dolacak. Kaşı kirpiği tel tel donacak. Bahar gelende, düzde biten ilk sosinin, ilk dıdirmenin hatırına gevşeyecek ancak. Sosin, sosin'i getirecek aklına.

Bertal'ı, Usên'i, Hozan'ı, Helin'i, Delila'yı getirecek, kirpiklerinden süzülmeye başlayacak yaşlar. Damla damla , oluk oluk. He işte böyle ağlar kayalar." s.20

Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu. Sırasını bekleyen kar öbekleri durdurdu Agit'i. Karı delip güneşte meşk eden mavi kardelenler en sevdiği çiçeklerdi.
Dörde katlanmış kâğıdıyla kalemini çıkardı cebinden. Kâğıdı açıp büktüğü dizine dayalı, yazdı:
İnsanın insanla kavgası değil, insanın doğayla kavgası hiç değil: Kardelenin aşkını kıskanan gökyüzünün güneşle kavgasıdır ki kardelenin üzerine mavi tülünü sarıp sarmalaması bundandır. s.38-39


Kıl keçisi ayva yaprağından pembeyi, kekik yaprağından griyi, papatya çiçeğinden sarıyı, sütleğenden kül rengini, ceviz kabuğundan kahverengiyi, çivit yapraklarından maviyi, fındık yapraklarından kırmızıyı, nar kabuğundan koyu kahverengiyi aldı sırtındaki kilime gizledi.s.41

Kırık Patika / Ümran Düşünsel

"Uzatsam elimi bahara değer mi?"diye soruyordum kendime, Ümran Hoca'nın bu kitabı "yüreğimin iklimi hep bahar" diye tutuverdi ellerimden.Kitap dün geldi,bugün bitti. Bu durumda kitabın nasıl olduğunu varın siz düşünün. Kendisine burdan selam verip, teşekkür etmek istedim. 

Sevgiyle, esenlikle...

Sultan Şahin

24 Mart 2015 Salı

.

Tabiatı, tutkuyu, aşkı sihire ve şiire dönüştürüp öyle öyküleyen hikayeler...

Haldun Çağlayan

Kırık Patika'da gezinirken...


Kırık Patika’nın tamamını bir kez okudum. Notlar alarak okumama karşın geri dönüp tekrar okuduğum öykü sayısı da azımsanmayacak sayıda. Tekrar okumamın nedeni kesinlikle anlaşılmaz olmasından kaynaklı değil, bunu hemen belirtmeliyim. Gereksiz cümle hatta kelime kalabalığı olmadığı için ayrıntı kaçırmama telaşı diyebilirim.
Önce, ilk öykü kitabın olduğunu bilmesem “daha önce yazdıklarını nerde saklıyorsun?” diye sorabilirdim. Bunun nedeni, genellikle ilk öykü kitaplarında öyküler açıktır, daha yalındır. Kaleme hakimiyet arttıkça tercihlerden biri olan “kapalı öykü” tarzına geçiş yapabilir yazan. Sen kafadan kapalı öykü tarzında başlamışsın. Çok risklidir bu tarz, senin de malumun olacağı gibi. Ortası yoktur. Ya sever okur ya da yorulur, bezer fırlatır atar. Hakkıyla üstesinden geldiğini rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Risk konusunu açmışken kısa öykülerinden de kısaca söz etmek istiyorum. Kısa öykü, aynı zamanda uzun öyküdür de, bilirsin. Bana göre her birinde yoğun duygu derinliği var. İyi ki denemişsin diyeceğim. “Telek” e bayıldım bu arada not olarak belirteyim.

Bir kitabı beğenir insan, bende de olmuştur çoğu kez, beğenir ama ifade edecek kelime bulamaz ve “dili şiirsel”der. Kırık Patika bu ifadeyi hakkediyor. Belki de şiirin yabancısı olmadığından kaynaklanıyor.

Bir yerlerde “Ölü Ağaç”taki kedi Picasso’nun isim seçiminin bilinçli mi olduğunu sormuştum sana. Anında açıklaman geldi. (Üç renkli alaca kedilerin Picasso olarak adlandırıldığını ve dişi olduklarını, bilerek tercih ettiğini söylemiştin.) Bu ufak ayrıntılar dahi yazarın nasıl titiz yazdığının kanıtıdır. Okur olarak çok önemserim bu tür ayrıntıları.

“Pasın patlattığı, boyası kabarmış demir kapıyı kapatırken duvarın hemen dibindeki ayakkabılara ilişti gözü. Sağ teki yana devrilmişti. Düzeltti.”

Ölü evinin kapısına bırakılan ölenin ayakkabısına bile duyulan saygı. Daha tonla örnek verilebilir bu naif ayrıntılarla ilgili. Yine aynı öyküde, Ayhan’ın elleriyle aynı ocağa diktiği kırmızı sarmaşık gülüyle hanımeli var. Diğer kentleri bilmiyorum ama İstanbul’da bu gelenek vardı. Biri dişi diğeri erkek olarak nitelendirilen bu iki bitki evde yaşayanların birbirlerine sevgiyle bağlı olması, sevgilerinin bitkilerin ömrü kadar uzun olması dileği taşıyan bir ritüeldi. Bu ayrıntıyı unutmayıp öyküye taşımanı sevdim.

Nesne betimlemelerin bezdirmeyen türden, kısa, net ancak cümle tamamlandığında fotoğrafı negatiften anında pozitife dönüşüveriyor gözün önünde. Renge, şekle bürünüyor, canlanıyor.

“Ağaç Kurtları”nı daha önceden okumuştum. Ara başlıklar koymak yerinde olmuş.

“Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış, yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağanak, soluksuz, soluğu kesilene kadar yağmalıydı. Bilmediği sokaklara itmeliydi omuzlarından, düşmeliydi. Dizleri kanamalıydı. Kan, yağmur sularını ikiye bölmeliydi. Bir taraf şelâle olup göle dökülmeli, diğer taraf denize koşmalıydı nehir olup. Yırtılan eteklerinden utanmalıydı. Ağladığı anlaşılmasın diye göğe bakmalıydı. Gözyağmurlarında boğulmalıydı.”

Sağ bacağı yeni kopmuş bir martının dahi insanı, paragraftaki acısından çıkartabileceğini gözüme soktun. En sevdiklerimden birisi oldu bu öykü.

Seni bilen, tanıyan şu paragrafta senin telaşlı hallerini şıp diye görür.

“ilk evvel doyurmak geldi aklına kendine gelsin sonra yarasıyla ilgilenirdi nazlıcanın ilaçları olacaktı nereye koymuştu onları ne yerdi simit yerken görmüştü evde simit yoktu ki ekmek evet ekmek ıslatıp vermeliydi kapıyı aralasa içeri girer miydi bacağı yok nasıl uyuyacak önce kapıyı aralamalıydı ihsan kaptanın evvelsi gün getirdiği balık geldi aklına buzluktaydı eritmek gerekiyordu çıkarttı suyun altında buzunu çözdü aceleyle çekmeceden kağıt tabak çıkarttı acaba ayıklasa mıydı yok canım gerek yoktu ürkütmemeye çalışarak usulca balkona bıraktı.”

En fazla dikkatimi çeken ayrıntı şu oldu: Kente, köye, dağa, kasabaya sıkışmamış öykülerin. Hepsine yayılmış. Üstelik birinin yek diğerine hakkı da geçmemiş. Farklı tatlarda ama hepsi lezzetli.

Çiroz salatası yaptım geçen hafta sonu. Ben maydonoz kıyardım üstüne. Babaannenin tarifinden yola çıkarak dereotu kıydım bu defa. Bundan sonra dereotlu yapılacak salata...
Keyifle okuduğum ender kitaptan birisi oldu Kırık Patika. Lütfen arkası gelsin. Sakanın kenesetini bilen insanlar yazmalı.

“Lale’nin sesine yer sofrasının etrafından sekiz tane saka kuşu havalandı. En öndekinin başındaki simsiyah tüyler kıvırcıktı. Yedincisi yer sofrasını, sekizincisi de sofra bezini gagasına alıp, açık pencereden çıkıp uzak dağlara doğru kanat çırpmaya başladılar.”

Ve, “Avucundaki samanı pazen eteğinin cebinden çıkarttığı mendile sarıp geri koydu Gülsün Kadın.”

Bir okur olarak izlenimlerimin bir kısmıdır. Kabak tadı vermemek adına kısa kesiyorum ama yazarım yine, duramam.
Osman K.

12 Mart 2015 Perşembe

Kırık Patika'ya dair


Kitaba ad olmuş öyküden başlamak istedim okumaya. Yeni bir huy değil. Eskiden beri-nedense-böyle yaparım.
 
Afalladım.
 
Abartmıyorum gerçekten afalladım.
 
Kırık-Yamalı-Bombalanmış Patika üçlemesi, üstelik minimalize öykülerle koca bir coğrafyanın başından geçenin, yaşadıklarının şifresi mahiyetinde olmuş.
 
Onlar kırmış patikalarımızı biz yamamışız. Başa çıkamayıp bombalamışlar bu defa başka patikalar açmışız. Bir halkın nasıl tahakküm altına alınamadığını/ alınamayacağını ne de güzel anlatmış yazar. Dahası tahakküm altına almaya çalışanla ne de güzel cigarasını tüttürerek bi güzel dalgasını geçmiş 
 
“Patikaya Güzelleme” yaparak.
 
“Martıyla birbirimize bakıp utanıyordum ki…”
 
Afallamamın geçmesini bekledim ve bir gün sonra baştan başladım Kırık Patika’yı okumaya: Ölü Ağaç’tan…
 
Ölü ağacın kendisi başlı başına bir imge iken pek çok imge doğurmuş öykünün içinde. Çocuk aklıyla düşünüp çocuk aklıyla yazmak bir yetişkin için zor zenaattır. İğreti durur, sırıtır çoğu zaman. Ölü Ağaç’ı okurken bir çocuğun yazdığından emin oldum. Belki de yazar çocukken yazıp heybesine atıp ilerde yayınlanmak üzere sakladı, kim bilebilir.
 
Yabana atılacak, es geçilecek tek öykü yok. Minimalize öyküler uzun öykülerin arasına okuyana soluk aldırmak maksadıyla özenle serpiştirilmiş.
 
“Çukur” da uzun süre oyalandım. Yazarın duygu yoğunluğu, duygu dünyası en fazla bu öyküde hissettirdi kendisini. İnsan bire bir yaşamamışsa bunu yazamazdı diye geçti aklımdan. 3. Tekil şahıs anlatırken öyküyü son cümlede 1. Tekil şahıs oluveriyor. Kesinlikle tesadüf değil bu.
“Kapıyı açtığımda, yağmur çukurun üstündeki tümseği düzlemek üzereydi.”
Anlatıcı kahraman artık izleyici olmaktan çıkmıştır. Olaya bizzat müdahildir. Yağmurun çukurun üstündeki tümseği düzlemiş olması da izlenen kahramanın geçmişi tamamen unutacağının sinyal sesi adeta. Bu son cümle beni çok çok etkiledi.
 
İlk bölümde kentsel dönüşüm, çocuk evliliği, sürgünler, mapushaneler, Loriclerin Lorini ile Rojava, yani hülasa yaşadığımız pek çok hal yaşayan dil ile, abartısız, göz hizamızdan ama ince ama naif ama imgesel olarak başarıyla anlatılmış.
 
Sıkmıyor. Sıkmayı bir kenara bıraktım, bitirmeden bırakma diye teşvik eden akıcı bir dille sona götürüyor. Sona gelindiğinde ise damakta tarifi zor lezzetli bir tad kalıyor. Bitmeseydi keşke diyor insan.
 
İkinci bölüm Değirmen’e varan uzun bir yolculuk. Tek başına özgün birer öykü de olan, birbirinin devamı da olan seri öyküler dizisi. Değirmen öncesi de hoş, yolculuk da hoş, her ne kadar sonu biraz buruk da olsa varış da hoş.
 
Bu seride ilk öyküdeki “El” imgesi oldukça yaratıcı. Dayak atan adamın “El” olarak imgelenmesi, konuşurken dahi sesinin elinden çıkması…
 
Kent öykülerini de keyifle okudum.
 
Her öykü için uzunca yazılabilir ama o zaman da okumanın lezzeti azalır diye kısa keseceğim.
 
Uzun süredir böyle soluksuz, keyifli, özgün öyküler okumamıştım.
 
Yazarın yeni kitabı çıkana kadar birkaç kez daha okuyacağımı düşünüyorum Kırık Patika’yı.

Eline, emeğine, aklına, yüreğine sağlık Ümran Düşünsel
 
Serdar İklim Fırat

9 Mart 2015 Pazartesi

Anahata Dergi

Kırık Patika’da yürürken…  

/Merikekliğin gagasına bir yağmur damlası düşer,  
kaya çatlağında bir menekşe biter.  
Bulut yarılır, patika göğün yamacına taşınır./

7 Mart 2015 Cumartesi

İyi kitaplar iyi arkadaşlar gibidir







Bir kitaba dokunmak, içindeki bütün kahramanlarla tokalaşmak gibi gelir bana. Okumaktan çok izlemekten midir ne, bir de yazılma süreçlerine tanıksam, arkadaşlarım gelmiş onlarla görüşüyor gibi hissediyorum okuyunca. Sanırım bu özellik cezaevi yıllarında gelişti. Orda, kitabı okumaktan çok yaşar, kitap aracılığı ile dış dünyaya çıkar insan. 

 Sanırım Kırık Patika, içerdeki arkadaşlara daha çok iyi gelecek. İyi kitaplar iyi arkadaşlar gibidir zaten. İçerdeki arkadaşlara çok sayıda yollanmalı.

Barış Arslan

Su Aldı




İlk hikaye seçimini parmağıma bıraktım. 'Su Aldı'yı seçti. Aygül'ün dramını, insanın gözüne içine sokmadan, mesaj kaygısı taşımadan, sadece öyle olduğu için, öyle olması gerektiği için anlatman, kitabın bütünü hakkında da bilgi verdi. 'Mecit Ünal'ın da dediği gibi kendimi bir filmin içinde hissettim. Ellerine sağlık...

Gürsu Kunt

Koku






Kitabı elime aldım mı koklarım. Çünkü bazı kitaplar biraz yazanı, biraz okuyanı kokar.

Görkem Kiter

6 Mart 2015 Cuma

"Öykülerin şiir yazdırması ne güzel..."

“Kırık Patika”*


Acı yol boyu önünde ardında, hiç de şaşırtmayan sıçramalarla sürdürür-
bitmek bilmez oyunlarını, keyfince dolaşır, deşer incecik kalmış zamanı.


Acı gün boyu sabahında, çalınmış akşamına yeni konuklar düşürür-
eski dostlukları ağırlar kırık patika’nın ortasında, kırar kirazın dalını.


Acı sel boyu kıyılarında, yosun tutmuş taş çakılları kendine küstürür-
çürüğü yel savurur bir gün, yaşlı değirmen çokluğa karıştırır sularını.




Şerif Erginbay


*Kırık Patika, Ümran Düşünsel, Hikayeler, Babek Yayın, İstanbul 2015
.