Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2016 Çarşamba

YÜREK TAŞI



Murad Canşad arkadaştan aldığım değerli hediyenin hikâyesi...



...
..
.
“Bu taşı havalandırmada, duvar dibinde bir arkadaşım buldu. Bir kalp taşıyordu. Taşıdığı şeyin şeklini almıştı. Kalp şeklindeydi.

(Bence bir kalp taşıdığı için hapishane duvarına dayanak olmak istememiştir.)

O arkadaşım bu taşla epeyce uğraştı. Yerlere, kapılara sürdü; tamı tamına kalp şekline kavuşturdu. Sonra bir iğne ile yukarıdan hafifçe deldi. İğne ile kuyu kazmadı, taş deldi! Bir halka takıp taşı kolye haline getirdi.

Arkadaşım resimle ilgili olduğu için hafta içi bazen resim atölyesine gidiyor. Taşı götürüp orada Japon yapıştırıcısı yapıştırdı. Daha parlak olsun diye. Bir arkadaş gidip dokunuyor ve parmak izleri kalıyor. Dokunmakta haklı mı? Belki haklı belki haksız… Ben de dokunurdum! Böylesi sıra dışı bir taşı merak etmemek mümkün mü?..

Bunun üzerine arkadaşım taşı silmeyip verniğe(resim verniği) batırdı. Verniği ince olduğundan bir süre sonra tekrardan batırdı. Ve kimseler dokunmasın diye itinayla nöbetini tuttu! Sonrasında getirip bana verdi. Birilerine hediye diye…

Bu taş komodinimin yanında kaç aydır bekliyor. Kimi bekliyor, bilmiyorum. Ben bilmiyorum, meğerse o biliyormuş! Kırık Patika’nın çıkmasını bekliyormuş. Oradaki hikâyeleri okumamı… Meğerse bu taş otobüs bekler gibi senin mektuplarını bekliyormuş. Onlardan birisine atlayıp İstanbul’a gelmeyi… Öyle olmasaydı beton bloklardan kaçmayı başarmışken benim komodinimin yanında ne diye uslu uslu dursun ki?

Sevgili Ümran, o taşı gönderiyorum. Sarayburnu’nda, sahil boyunca dolaştırırsın. Erguvanlar ile tanıştırırsın bahar zamanı. Bir de kedilerinle…

Çalışmalarında başarılar diliyorum.

Ez to rê selam û hûrmetê xo vana. Pisînganê tor rê ..(okuyamadım son iki harfi)
(Selam ve hürmetlerimi gönderiyorum. Kedilerine de…)

Murad Canşad

16 Ocak 2016 Cumartesi

Kırık Patika Evrenin Her Yerindedir




Cezaevinden Kırık Patika'ya gelen mektuplardan...
 *
Heval Ümran merhaba;

“Herkes kendisinden başka şeylerin peşindedir. Hep kendisinin ötesine gitme hayalindedir,” der Montaigne.

Kırık patikalar insanı insana tanıtır. İç evrenine yöneltmeyi bilen bir serüven dizisi. Soran, sorgulatan, düşün düşlerle buluşmasıdır. Bir başka deyişle, düşün aşkla, aşkın bilinçle harmanlanmasıdır. Zengin bir imge gücüyle okuyucuyu bir diyardan başka diyara sürükler. Kelebeğin kanadında terennüm eden bir şarkı. Kelebek kanadında gezintiye çıkarsın. Her yerdesin ama hiç bir yere ait değilsin. Çünkü Kırık Patika evrenin her yerindedir.Bunun için Kırık Patika ulaşmak isteyip de ulaşamadığın her yerde seni bekler gibidir.Çokca da özlem. Adeta çingenenin diyar özlemi. Ya da bir Çingene kızının esmerliği.

Çingeneler yurtsuzdur ama dünyalıdır. Esmerlikleri tüm yollarda uzanmıştır. Bunun için tüm yollar onlardan sorulur. Evreni bohçalarında taşırlar başka bir ifadeyle. Onların o kadar ezilmişlikleri bundandır. Horlanmış, kovulmuş, dövülmüşler. Güzel olan, hakikat peşinde olan ve evrensel olanın yadırganması bundan değil midir? Kırık Patikalar tam da Çingene bir kızın esmerliğini anlatır. Çünkü yüzünün renginde herkesin anlatılacağı bir özlemi vardır. Her özlem yarını bugüne, bugünü de yarına bağlama inancıdır. Kırık Patika herkes anlatır gibidir. Çokça kovulmuş olanların yeniden kendini bulma özlemidir.

Aman ha! Özlem düşmesin. O düşerse Çingene kızın yüzüne hüzün düşer.

Hesiodos’a göre önce kaos vardı. Aşk düzeni sağladı. Dolayısıyla Kırık patika insanda önce bir kaos yaratır. Bir metafor. Tıpkı Terzi Hermes’in labirentlerden Zühal Yıldızı’na ulaşma, yani ışığa ulaşma şavkıdır. Kırık patika da böyle bir şeydir. Eline aldın mı bir daha bırakmak istemezsin. Sen istesen de o seni bırakmaz. Nasıl bıraksın? Tıpkı yaşlı Ermeni’nin neye olan aşkı gibidir. Çünkü neyzen neyi bırakırsa o zaman da aşk üşüyecektir. Kırık patika aşkın sıcaklığıdır diyebiliriz.

Tek kelimeyle bu duyguları bana yaşattığınız için yüreğinize sağlık.

Hep mavice çoğalın.

Saygılarımla

Şemsettin Özer
T-Tipi Kapalı Cezaevi/ A-15
Bafra / Samsun

Fotoğraf: Okan Akan/ Hollanda'da patika ve Patika

13 Mayıs 2015 Çarşamba


Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf
Kırık Patika’da hüzün ve umut kol kola; bir yanıyla “cama taş attın canım kırıldı”, diğer yanıyla “Neyse ki yüreğimizin iklimi hep bahar.” diyor hikâyeler… - See more at: http://www.edebiyathaber.net/kirik-patikanin-doga-ile-bulusan-hikayeleri-sule-tuzul/#sthash.Il0V8G88.dpuf

20 Nisan 2015 Pazartesi

Uzakların Cevizi/ Gezite.org

Önce Mahir’i çıkardı kafesten. Öptü uzun uzun kenesetinden 1, okşadı ve açık pencereden özgürlüğe salıverdi. Gözden kaybolana kadar izledi ardından. Sonra da İbo’yu aldı usulca. Zamansız tüy dökümüne girmişti nedense, üşüyebileceği geçti aklından ama alnını defalarca öptükten sonra onu da bıraktı. İbo, Mahir’ in aksine karşı binanın çatısına kondu önce. Minicik kafasını sağa sola çevirdi. Sanki hangi yöne gideceğine karar verememiş gibiydi. Bir süre sonra, ne sağa ne sola, Mahir gibi gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladı. Onu da gözden kaybolana kadar izledi.

Hazırdı.

18 Nisan 2015 Cumartesi

Anne Yoğurdu

Uzun uğraşlar sonucu öğlen aldım kitabı ve "Bi soluk" okudum.Kendini bi soluk bi koşu okutturacak bir kitap olduğunu hissetmiştim zati...

Şatafatlı sözler yazmayı sevmiyorum, daha çok okuduğum ve etkilendiğim kitapları not alıyorum. Unutmak istemiyorum. 

 Edebiyatı yoğurda benzetirim. Eskiden kendim yapardım yoğurdumu. Uzun zaman oldu yapamıyorum artık. Memleketten gelen bir yoğurttan mayaladım ilk ve sonra o yoğurtan diğerini. Marketlerdeki markalı yoğurtlar gibidir bazı kitaplar. Üzerlerinde son kullanma tarihleri, kaşığı çaldığında su dolar kabının içi. Süzme, yağlı, az yağlı, yağsız farketmiyor... Bazı yoğurtlarda annemin yoğurdu gibidir. Tanıdıktır tadı. Kaymaklı.
 

Kürtçede "yırtıldı" deriz. Eğer belli sıcaklıkta kıvamında mayalanmadıysa... Bu hikaye kitabı annemin yoğurdu gibi beni "bir koşu eskilere götürdü." Şimdi keyif kahvesi içiyorum turuncu kupada:-)

Nûdem Hezex

16 Nisan 2015 Perşembe

Nûdem Hezex

 Bİ BEZEKÊ ÇÛME ROJÊN BERÊ Û HATİM
ŞÎVERA ŞKESTÎ


 "Hê li hevîya zayîna payizê nemayî miribû  wê salê havîn. Dara gûzê beravêt ji xemgînîya xwe. Payîza dizê havînê jî şaşwaz bû. Hişê wî tevûlev bû. Rez xera kirin bêdem û bê'êman"

(12)

Devamı için: Nûdem Hezex

( Güzün doğumunu beklemeden öldüydü o yıl yaz. Dut ağacı düşük yaptı üzüntüden. Yaz hırsızı güz de şaşkındı. Kafasıkarışıktı. Bağları bozuverdi amansız, zamansız.)


Cumhuriyet Kitap Eki

Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki

15 Nisan 2015 Çarşamba

(Okurun Sitemi)

Kırık Patika’ya dair…
Hocam kitabınızı bitirdim.
Genel anlamda hep bir hüzün hakimdi belki de bu nedenle kendimle daha fazla içselleştirdim.
Açıkçası öyküler bitince üzüldüm! Sonra neye üzüldüğümü düşündüm…
Tamam ortak bir hüzün var; ama esas neden bu değildi olamazdı. Gerçek şuydu:
Birey olarak toplum olarak anlatılmışlığın bitmesiydi, şuan için bitmesiydi.
Ama şunu da biliyorum ki yazarımız üretmeye devam ediyor BİZİ anlatmaya devam ediyor.
Bu da bir moral kaynağı oldu.
Her öykünün tadı bambaşka öyle ki ben yazar olamam dediğim noktaya beni çektiniz.
Yani o çıtayı ben tutturamam dedim. Ama yılmadan yazacağım…
Belki bir gün o seviyeye gelirim.
Benim için gerçek okur beş duyusuyla okuyandır. Ümran Düşünsel'i bu anlamda okumak ayrı bir keyif verdiğini de söylemeliyim. Bize öykülediği resmi o resmin içindekileri hissettiriyor kokusunu aldırıyor. Hele bir de ruhumuzun derinine indiriyor ki insanın bazen utanası sıkılası geliyor. Bazen de tebessüm ettiriyor; ama bunda da yine hüzün var.

Okur sizi geç tanıdığı için affetmiyor. (OKURUN SİTEMİ) :)
Elinize yüreğinize sağlık hocam.

Mehmet Uçar

10 Nisan 2015 Cuma

Kar ve Kül

“Oy kara kafalı Uso’m, kıvırcık kafalı Uso’m. Küle gül ektim, kara saka. Külü kara döktüm, gülleri sakaların üstüne. Gelincik şurubu şişeleri diziliydi camın önünde gül açtığında, gül dalında saka öttüğünde. Hani, şurup şişelerinde limon tuzunun gelinciği soyup suya giydirdiği mevsim. Kar vaktinden çok kül vakti oldu ömrümüzün. İyi ki de oldu. İlk çığın altında kalmak varken her külden yeniden doğduk.”


1 Nisan 2015 Çarşamba

İncitilen patikalar

Erken uyanmak da insanın kültürünü artırıyor.

Ümran Düşünsel'in ilk öykü kitabı. Şiirsel bir anlatımla insan acıları, çocukluk günleri, incitilen patikalar ve çırılçıplak doğa halleri...

Ömer Turan

30 Mart 2015 Pazartesi

Bolu F Tipi'nden sürpriz...

Mektup Ramazan Vural'dan.

Ramazan Vural, Şerzan Kurt hikâye yarışmasında, 2013 yılında Kürtçe dalında birinci gelen arkadaş. Türkçe dalında da ben birinci gelmiş ve kendisini kutlamak için adresini araştırırken Bolu F Tipinde tutsak olduğunu öğrenmiştim.

Ödül törenine katılamayacak olması hasebiyle iki dil arasındaki eşitlik ödül töreninde de bozulmasın diye ödül törenine katılmadım. 

O zamandan bu yana mektuplaşırız Ramazan Kardeş'le. 13 yaşında dağa çıktığını, 17 yaşında tutsak edildiğini ve 20 yıldır da cezaevinde olduğunu öğrendim.

Kuş besliyor cezaevinde Ramazan. Muhabbet kuşu. Ona sevdiklerine söyleyemediği kelimeleri öğretiyor. En fazla iki yıl tutuyor yanında ve sevdiklerine armağan ediyor kuşu. Kuş onun yüreği, dili oluyor vardığı yerde.

Yeşil Yılan'a konuşmayı öğretiyordu bir ara. Onunla ilgili kısa bir hikâye yazdım Kırık Patika'ya.

Kitap yayınlanır yayınlanmaz Ramazan Kardeşe yolladım. Bir kısmını yukarıda alıntıladığım uzunca bir mektup yazmış. 

Zazakî öğrenmeye çalıştığımı da yazmıştım mektuplardan birinde. Bu bağlamda hoş bir sürpriz yaptılar bana. Çoğul yazıyorum çünkü sürprizin öznesi çoğul. Hücre arkadaşı Hîkmet Çalagan' da Kırık Patika'yı okumuş ve yeni yayınlanan(Zazaca) hikâye kitabını imzalayarak yollamış bana.

Onur duydum...



Ne güzel ki, insan üretiyor koşul ve sınır tanımaksızın... Tuhaf bir canlı işte.

Sağolsunlar, varolsunlar...


25 Mart 2015 Çarşamba

Uzatsam elimi bahara değer mi?




Göğün ağlaması güldürür, kayaların ağlaması ağlatır...

"Kar düşeli epey olmuştur dağlarıma. Yağacak, yağacak, dağların başı bulutları delip göğe uzanacak. Deli suların, gün yüzü görsün diye kayalık dağlarda açtığı gözlere dolacak. Kaşı kirpiği tel tel donacak. Bahar gelende, düzde biten ilk sosinin, ilk dıdirmenin hatırına gevşeyecek ancak. Sosin, sosin'i getirecek aklına.

Bertal'ı, Usên'i, Hozan'ı, Helin'i, Delila'yı getirecek, kirpiklerinden süzülmeye başlayacak yaşlar. Damla damla , oluk oluk. He işte böyle ağlar kayalar." s.20

Baharın koynuna alıp eritmeye başladığı kış, patikanın iki yanından yol açmış, vuslata ermek üzere nehre koşuyordu. Yoluna çıkan her otu, her çiçeği ıslak ıslak öpmeyi de ihmal etmiyordu. Sırasını bekleyen kar öbekleri durdurdu Agit'i. Karı delip güneşte meşk eden mavi kardelenler en sevdiği çiçeklerdi.
Dörde katlanmış kâğıdıyla kalemini çıkardı cebinden. Kâğıdı açıp büktüğü dizine dayalı, yazdı:
İnsanın insanla kavgası değil, insanın doğayla kavgası hiç değil: Kardelenin aşkını kıskanan gökyüzünün güneşle kavgasıdır ki kardelenin üzerine mavi tülünü sarıp sarmalaması bundandır. s.38-39


Kıl keçisi ayva yaprağından pembeyi, kekik yaprağından griyi, papatya çiçeğinden sarıyı, sütleğenden kül rengini, ceviz kabuğundan kahverengiyi, çivit yapraklarından maviyi, fındık yapraklarından kırmızıyı, nar kabuğundan koyu kahverengiyi aldı sırtındaki kilime gizledi.s.41

Kırık Patika / Ümran Düşünsel

"Uzatsam elimi bahara değer mi?"diye soruyordum kendime, Ümran Hoca'nın bu kitabı "yüreğimin iklimi hep bahar" diye tutuverdi ellerimden.Kitap dün geldi,bugün bitti. Bu durumda kitabın nasıl olduğunu varın siz düşünün. Kendisine burdan selam verip, teşekkür etmek istedim. 

Sevgiyle, esenlikle...

Sultan Şahin

24 Mart 2015 Salı

.

Tabiatı, tutkuyu, aşkı sihire ve şiire dönüştürüp öyle öyküleyen hikayeler...

Haldun Çağlayan

Kırık Patika'da gezinirken...


Kırık Patika’nın tamamını bir kez okudum. Notlar alarak okumama karşın geri dönüp tekrar okuduğum öykü sayısı da azımsanmayacak sayıda. Tekrar okumamın nedeni kesinlikle anlaşılmaz olmasından kaynaklı değil, bunu hemen belirtmeliyim. Gereksiz cümle hatta kelime kalabalığı olmadığı için ayrıntı kaçırmama telaşı diyebilirim.
Önce, ilk öykü kitabın olduğunu bilmesem “daha önce yazdıklarını nerde saklıyorsun?” diye sorabilirdim. Bunun nedeni, genellikle ilk öykü kitaplarında öyküler açıktır, daha yalındır. Kaleme hakimiyet arttıkça tercihlerden biri olan “kapalı öykü” tarzına geçiş yapabilir yazan. Sen kafadan kapalı öykü tarzında başlamışsın. Çok risklidir bu tarz, senin de malumun olacağı gibi. Ortası yoktur. Ya sever okur ya da yorulur, bezer fırlatır atar. Hakkıyla üstesinden geldiğini rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Risk konusunu açmışken kısa öykülerinden de kısaca söz etmek istiyorum. Kısa öykü, aynı zamanda uzun öyküdür de, bilirsin. Bana göre her birinde yoğun duygu derinliği var. İyi ki denemişsin diyeceğim. “Telek” e bayıldım bu arada not olarak belirteyim.

Bir kitabı beğenir insan, bende de olmuştur çoğu kez, beğenir ama ifade edecek kelime bulamaz ve “dili şiirsel”der. Kırık Patika bu ifadeyi hakkediyor. Belki de şiirin yabancısı olmadığından kaynaklanıyor.

Bir yerlerde “Ölü Ağaç”taki kedi Picasso’nun isim seçiminin bilinçli mi olduğunu sormuştum sana. Anında açıklaman geldi. (Üç renkli alaca kedilerin Picasso olarak adlandırıldığını ve dişi olduklarını, bilerek tercih ettiğini söylemiştin.) Bu ufak ayrıntılar dahi yazarın nasıl titiz yazdığının kanıtıdır. Okur olarak çok önemserim bu tür ayrıntıları.

“Pasın patlattığı, boyası kabarmış demir kapıyı kapatırken duvarın hemen dibindeki ayakkabılara ilişti gözü. Sağ teki yana devrilmişti. Düzeltti.”

Ölü evinin kapısına bırakılan ölenin ayakkabısına bile duyulan saygı. Daha tonla örnek verilebilir bu naif ayrıntılarla ilgili. Yine aynı öyküde, Ayhan’ın elleriyle aynı ocağa diktiği kırmızı sarmaşık gülüyle hanımeli var. Diğer kentleri bilmiyorum ama İstanbul’da bu gelenek vardı. Biri dişi diğeri erkek olarak nitelendirilen bu iki bitki evde yaşayanların birbirlerine sevgiyle bağlı olması, sevgilerinin bitkilerin ömrü kadar uzun olması dileği taşıyan bir ritüeldi. Bu ayrıntıyı unutmayıp öyküye taşımanı sevdim.

Nesne betimlemelerin bezdirmeyen türden, kısa, net ancak cümle tamamlandığında fotoğrafı negatiften anında pozitife dönüşüveriyor gözün önünde. Renge, şekle bürünüyor, canlanıyor.

“Ağaç Kurtları”nı daha önceden okumuştum. Ara başlıklar koymak yerinde olmuş.

“Taze börülcenin bile ağlattığı günlerdi. Kendisine saklanmış, yağmuru bekliyordu. Öyle kırkikindileri değil, sağanak, soluksuz, soluğu kesilene kadar yağmalıydı. Bilmediği sokaklara itmeliydi omuzlarından, düşmeliydi. Dizleri kanamalıydı. Kan, yağmur sularını ikiye bölmeliydi. Bir taraf şelâle olup göle dökülmeli, diğer taraf denize koşmalıydı nehir olup. Yırtılan eteklerinden utanmalıydı. Ağladığı anlaşılmasın diye göğe bakmalıydı. Gözyağmurlarında boğulmalıydı.”

Sağ bacağı yeni kopmuş bir martının dahi insanı, paragraftaki acısından çıkartabileceğini gözüme soktun. En sevdiklerimden birisi oldu bu öykü.

Seni bilen, tanıyan şu paragrafta senin telaşlı hallerini şıp diye görür.

“ilk evvel doyurmak geldi aklına kendine gelsin sonra yarasıyla ilgilenirdi nazlıcanın ilaçları olacaktı nereye koymuştu onları ne yerdi simit yerken görmüştü evde simit yoktu ki ekmek evet ekmek ıslatıp vermeliydi kapıyı aralasa içeri girer miydi bacağı yok nasıl uyuyacak önce kapıyı aralamalıydı ihsan kaptanın evvelsi gün getirdiği balık geldi aklına buzluktaydı eritmek gerekiyordu çıkarttı suyun altında buzunu çözdü aceleyle çekmeceden kağıt tabak çıkarttı acaba ayıklasa mıydı yok canım gerek yoktu ürkütmemeye çalışarak usulca balkona bıraktı.”

En fazla dikkatimi çeken ayrıntı şu oldu: Kente, köye, dağa, kasabaya sıkışmamış öykülerin. Hepsine yayılmış. Üstelik birinin yek diğerine hakkı da geçmemiş. Farklı tatlarda ama hepsi lezzetli.

Çiroz salatası yaptım geçen hafta sonu. Ben maydonoz kıyardım üstüne. Babaannenin tarifinden yola çıkarak dereotu kıydım bu defa. Bundan sonra dereotlu yapılacak salata...
Keyifle okuduğum ender kitaptan birisi oldu Kırık Patika. Lütfen arkası gelsin. Sakanın kenesetini bilen insanlar yazmalı.

“Lale’nin sesine yer sofrasının etrafından sekiz tane saka kuşu havalandı. En öndekinin başındaki simsiyah tüyler kıvırcıktı. Yedincisi yer sofrasını, sekizincisi de sofra bezini gagasına alıp, açık pencereden çıkıp uzak dağlara doğru kanat çırpmaya başladılar.”

Ve, “Avucundaki samanı pazen eteğinin cebinden çıkarttığı mendile sarıp geri koydu Gülsün Kadın.”

Bir okur olarak izlenimlerimin bir kısmıdır. Kabak tadı vermemek adına kısa kesiyorum ama yazarım yine, duramam.
Osman K.

12 Mart 2015 Perşembe

Kırık Patika'ya dair


Kitaba ad olmuş öyküden başlamak istedim okumaya. Yeni bir huy değil. Eskiden beri-nedense-böyle yaparım.
 
Afalladım.
 
Abartmıyorum gerçekten afalladım.
 
Kırık-Yamalı-Bombalanmış Patika üçlemesi, üstelik minimalize öykülerle koca bir coğrafyanın başından geçenin, yaşadıklarının şifresi mahiyetinde olmuş.
 
Onlar kırmış patikalarımızı biz yamamışız. Başa çıkamayıp bombalamışlar bu defa başka patikalar açmışız. Bir halkın nasıl tahakküm altına alınamadığını/ alınamayacağını ne de güzel anlatmış yazar. Dahası tahakküm altına almaya çalışanla ne de güzel cigarasını tüttürerek bi güzel dalgasını geçmiş 
 
“Patikaya Güzelleme” yaparak.
 
“Martıyla birbirimize bakıp utanıyordum ki…”
 
Afallamamın geçmesini bekledim ve bir gün sonra baştan başladım Kırık Patika’yı okumaya: Ölü Ağaç’tan…
 
Ölü ağacın kendisi başlı başına bir imge iken pek çok imge doğurmuş öykünün içinde. Çocuk aklıyla düşünüp çocuk aklıyla yazmak bir yetişkin için zor zenaattır. İğreti durur, sırıtır çoğu zaman. Ölü Ağaç’ı okurken bir çocuğun yazdığından emin oldum. Belki de yazar çocukken yazıp heybesine atıp ilerde yayınlanmak üzere sakladı, kim bilebilir.
 
Yabana atılacak, es geçilecek tek öykü yok. Minimalize öyküler uzun öykülerin arasına okuyana soluk aldırmak maksadıyla özenle serpiştirilmiş.
 
“Çukur” da uzun süre oyalandım. Yazarın duygu yoğunluğu, duygu dünyası en fazla bu öyküde hissettirdi kendisini. İnsan bire bir yaşamamışsa bunu yazamazdı diye geçti aklımdan. 3. Tekil şahıs anlatırken öyküyü son cümlede 1. Tekil şahıs oluveriyor. Kesinlikle tesadüf değil bu.
“Kapıyı açtığımda, yağmur çukurun üstündeki tümseği düzlemek üzereydi.”
Anlatıcı kahraman artık izleyici olmaktan çıkmıştır. Olaya bizzat müdahildir. Yağmurun çukurun üstündeki tümseği düzlemiş olması da izlenen kahramanın geçmişi tamamen unutacağının sinyal sesi adeta. Bu son cümle beni çok çok etkiledi.
 
İlk bölümde kentsel dönüşüm, çocuk evliliği, sürgünler, mapushaneler, Loriclerin Lorini ile Rojava, yani hülasa yaşadığımız pek çok hal yaşayan dil ile, abartısız, göz hizamızdan ama ince ama naif ama imgesel olarak başarıyla anlatılmış.
 
Sıkmıyor. Sıkmayı bir kenara bıraktım, bitirmeden bırakma diye teşvik eden akıcı bir dille sona götürüyor. Sona gelindiğinde ise damakta tarifi zor lezzetli bir tad kalıyor. Bitmeseydi keşke diyor insan.
 
İkinci bölüm Değirmen’e varan uzun bir yolculuk. Tek başına özgün birer öykü de olan, birbirinin devamı da olan seri öyküler dizisi. Değirmen öncesi de hoş, yolculuk da hoş, her ne kadar sonu biraz buruk da olsa varış da hoş.
 
Bu seride ilk öyküdeki “El” imgesi oldukça yaratıcı. Dayak atan adamın “El” olarak imgelenmesi, konuşurken dahi sesinin elinden çıkması…
 
Kent öykülerini de keyifle okudum.
 
Her öykü için uzunca yazılabilir ama o zaman da okumanın lezzeti azalır diye kısa keseceğim.
 
Uzun süredir böyle soluksuz, keyifli, özgün öyküler okumamıştım.
 
Yazarın yeni kitabı çıkana kadar birkaç kez daha okuyacağımı düşünüyorum Kırık Patika’yı.

Eline, emeğine, aklına, yüreğine sağlık Ümran Düşünsel
 
Serdar İklim Fırat